Avrupa'da Barok Sanatı

Başlatan Tekyürek, 25 Ekim 2014, 15:21:39

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Barok sanat



     Hayatın sürekli olduğunu biliyoruz. Sanatta da başlayan      ve biten şeylerden çok, geçişlerden, kırılmalardan ve sıçramalardan söz      edilebilir.

     Barok sanat dendiğinde, belli bir zaman sürecinde, geniş      bir coğrafyada yaşanan sanatsal olguyu anlıyoruz..

     Bu dönem yaklaşık 17.yy.a rastlar. Çevredeki etkileri      18.yy. da devam eder.

     Barok yayılımın zamanlaması ve çeşitlenmesi, doğum      coğrafyasındaki tarihsel gelişmeyle yakından  ilgilidir. Zamanın tini      bölümünde bu genel görünümü betimleyen metinlere yer verdik.

     17.yy. Genel Görünüm

     Burada yine de vurgulayalım. 16.yy.daki Reform hareketi      Katolik dünyasından “Karşı Reform” denen savunma tepkisiyle karşılaştı. Söz      konusu olan iktidardı ve sanat başlıca araçlardan biri oldu. Günümüzde      olduğu gibi, görkem kitleleri hep etkilemişti özellikle Katolik taraf bunu      kullandı.

     Diğer bir olgu Katolik kilisesinin dünyevileşen      iktidarına rakip mutlakiyetçi krallıkların yükselişiydi. (En örneksel      temsilci Fransa’da güneş kral XIV.Louis)  Bu dönemde krallar da Tanrı’nın      kudretini yeryüzünde temsil etmek anlamında kiliseye rakip oldular. Büyük      krallar, orta ve küçük boy prensler  ( 30 yıl savaşları bittiğinde      Almanya’da fazlasıyla vardılar) güç gösterisinde sanatın etkisini      keşfedince, heykellerle, resimlerle süslenmiş, devasa bahçeleri olan saray      ve saraycıklar dönemi başladı. Rönesans döneminde yükselmeye başlayan      burjuvazi ve aristokrasinin oluşturduğu orta sınıfın talepleri de,  sanat      piyasasını hareketlendirdi.

     Bilimdeki gelişmeler, keşifler, dünyanın evrenin merkezi      olmaktan çıkışı , dindışı ve dinsel güçlerin yeni ve iyimser bir buluşması      sonucunu doğurdu. Bu da sanatsal yapıtların içeriğini etkiledi.

     Bu kısa girişten sonra, güvenilir kaynaklardan yaptığımız      derleme ve alıntılarla döneme biraz daha yakından bakabiliriz.

     XIX. ve XX. yy’ın sanat ve kültür tarihçileri,      Rönesans’ın canlılığı,ve çeşitliliğiyle Kasikçiliğin denge ve evrensellik      kaygısı arasında, Protestanlığın ve Katolik Karşı Reform’un dini      kavgalarının, büyük monarşilerin çatışmalarından kaynaklanan siyasi altüst      oluşların ve insanın evren içindeki yeri ve rolü görüşünde oluşan düşünsel      bir devrimin damgasını taşıyan barok bir çağın varlığını kabul etmişlerdir:      sanatı yapmacığa indirgeyen ve dünyayı büyük bir durumuna sokan kaygılı ve      güzelci (estet) yaşam anlayışı buradan kaynaklanır.

     Sanat tarihlerinde Avrupadaki Rönesans ve Maniyerist      dönemi izleyen ve 1580-1750 yılları arasında oluşan bir “barok sanat”      anlayışından söz edilir. Barok sözcüğü Portekizce “barocco” ya da İspanyolca      â€œbarucca”dan gelmiştir. Esas anlamı “düzgün olmayan inci”dir. Bu sözcük,      önceleri Rönesans ve Maniyerist dönemden sonra beliren barok üsluptaki      eserleri aşağılama amacı ile kullanılmıştır. Ancak XIX. yy.’da, barok      sözcüğü 1580-1750 arası ortaya çıkan barok eserleri aşağılama anlamına      kullanılmamağa başlandı. Barok’un bu anlamı, sınırlı bir zamanı kapsar ve      biz buna XVII. ve XVIII. yy. “Avrupa Baroku” diyoruz.

     Diğer taraftan barok, Avrupa’nın belli bir döneminin      sanatı olmaktan uzak bir anlamı da bünyesinde taşır. Bu, barok üslubudur.      Örneğin İ.Ö. III. yy. ile İ.Ö. 1. yy. arasındaki Hellenistik-Antik sanat,      Geç-Gotik sanatı, Hindistan’daki V. yy.’dan XV. yy.’lara değin devam eden ve      bütün pagodları delik deşik eden sanat. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunda      XVIII ve XIX. yy.’lardaki sanat anlayışı ile Rusya ve Çin’de gördüğümüz çok      şişkin kubbeler ve süslü saçaklı mimarlık  sanatlar, hep barok üslubunu      yansıtırlar.

    A.Turani

     Diderot’un «Ansiklopedi»si (Enayclopédie ou Dictionnaire      Raisonné des Sciences, des Arts et des Métiers, 1751-1772) «barok»      kelimesinin kökenini, mantıkçıların anlamsız olanı söz konusu eden bir      düşünce biçimini belirtmek için kullandıkları baroco’ya bağlar ve terimi      karışık ve uyumsuz bir müziği adlandırmak için kullanır. Günümüzde,      kelimenin kökeninde mücevhercilerin pürüzlü bir inci için kullandıkları      sıfatın, Portekizce’deki barocco’dan türemiş olduğunu kabul etme eğilimi      daha güçlüdür. XVIII. yy’ın sonunda barok, klasik kurallara ters düşen, ipe      sapa gelmez, hatta zevksiz sayılan bir sanat üslubu olarak nitelenmiştir.      Jacob Burckhardt’ın, (1860) sanatsal ve düşünsel ifadenin «vahşi bir      lehçe»si diye nitelediği «barok»un bu aşağılayıcı anlamından kurtulması ve      mimarlığa, resme, edebiyata ve müziğe yaptığı olumlu ve özgün katkının      onaylanması için, sanatta olduğu gibi edebiyatta da klasikçiliğin etkisinin      sona ermesini beklemek gerekecektir.

     Bununla  birlikte, tarihçiler sanat evriminin tarihi iyi      belirlenmiş bir anı olarak algılanan bir barok anlayışıyla, onu değişmez      tarihi bir doğa olarak kavranan bir barok anlayışı bakımından bir birinden      ayrılıyorlar. Birinci görüş, resimsel ve açık barok sanatı, çizgisel ve      kapalı klasik sanatla karşı karşıya getiren Heinrich Wölfflin’in      yaklaşımıdır [ “Rönesansve Barok” (Renaissance und Barock), 1888; Sanat      Tarihinin Temel Kavramları (Kunstgeschichtliche Grundbegriffe), 1915].      İkinci görüş, özellikleri Helenistik Yunanistan’da olduğu kadar «yüzyıl      sonu» Avrupa sanatında da görülen bir barok’tur. Bu da Eugenio d’Ors’un      yaklaşımıdır., («Barok Üzerine», 1935).

                        Tuhaf ve zevksiz      anlamına gelen ilk kullanımından sonra, « barok » kelimesi günümüzde biraz      zorlanarak çeşitli üslupları ve dönemleri ifade eder hale gelmiştir. Biz      burada barok kelimesini, XVII. yy’da Roma’da kendini gösteren ve oradan      bütün Avrupa’ya yayılan biçimlerin evrimini göstermek için kullanacağız.

 

     
                        Barok sanat ve mimarlık



Barok dönem

       

    Barok sanat, en çok özellikle Katolik ülkelerde Karşı Reform’un son yılları      olan 1600 dolaylarında gelişmiştir: Roma Kilisesi, Protestanlığın      ilerlemesine karşı koymak için Trento Konsili’nden sonra (1563’de sona      ermişti) geleneksel öğretilerini kesin olarak yeniden ortaya koydu ve yoğun      bir misyoner etkinliğine girişti. Reformcu din papazlarının savunduğu resim      yasağı karşısına, görkemli ve dokunaklı kutsal tasvirleri çıkaracaktı. Barok      sanatçıların tanrı ve havari tasvirlerinin gerçek ve gerçeğe yakınlığı,      tıpkı mimarların bunların, içine yerleştirdikleri görkemli çerçeveler gibi,      bu estetikçi pedagojiye yardımcı oldu.

    Barok, XVII. yy’da ve XIII.yy’ın ilk yarısında Avrupa sanatına ve mimarlığa      egemen olmuş ve Latin Amerika’da etkisi XIX. yy’ın başlangıcına kadar      sürmüştür. Bu, hem son derece biçimlenmiş (simetriyle bol bol oynar) hem de      son derece dinamik (biçimlerini, güçlü bir helezoni kıvrımlar ve sarmallar      deviniminin içine yerleştirir) bir üsluptur.     Barok üslup

    Bütün dinamizmine rağmen barok üslup, Rönesans’a ve son evresi olan      maniyerizme çok şey borçludur. Michelangelo’nun 1536-1541 arasında Sistina      Kilisesi için yaptığı «Son Yargı» freskindeki Tanrı’nın sevgili kullarının      ve lanetlilerin hareketleri, baroğun ayırt edici biçimlerinden birini temsil      eder.

     Barok üslup (tıpkı klasikçilik gibi), Antikçağ Yunan ve      Roma sanatından da etkilenmiştir ve klasik mimari düzenlerden ve      idealleştirilmiş insan tasvirinden bilinçli olarak yararlanır. Öte yandan      baroğun bazı tipik formülleri, özellikle de dışarıdan içeriye doğru eğik      cepheler, oval düzlemler ve göz aldanmasından yararlanılması, orda burda sık      sık kullanılmıştır: buna göre, baroğun özgünlüğünü oluşturan, önceden var      olan bazı üslup öğelerinin, sınırlı sayıda yeni katkıyla birlikte sistemli      bir biçimde kullanılmasıdır.

     Barok anlayış, bir üslup aşaması olarak, her klasik      dönemi izleyen zamanlarda, sanatların bir biçimi olarak görülür. Bu üslup,      klasiğin sağlam, açık ve kesin hatlı formlarının gevşemesi ve biçimlerin bir      kompozisyon içinde erimesi ve birbirleriyle kaynaşmasıdır. Klasiğin sakin ve      duruk figürü, bat-okta hareketlenmekte ve sükun, gürültüye dönüşmektedir.      Formların doğması, büyümesi ve dağılmaya başlaması, aslında bir doğa kanunu      olarak bütün hayatı kapsar. Kesin hatlı formun çözülmesi yanında tipik ve      ortak ideal-klasik özellik, kişisel güzelliğe dönüşür.

     Klasik eser, bazı prensiplere ve kaidelere bağlıdır.      Barok ise, bu kaide ve prensipleri reddeder. O, kişisel ve acaip biçimlere,      bir defalık olana, insanı şaşırtan şeylere ve etkilere önem verir.

     Barok sanatçı, orijinal buluşu, yeni ve moderni,      kaprisli, acayip ve son derece cüretli olanı konu olarak ele alır.      Avrupa-Barok’u döneminde ünlü bir İtalyan şairi olan Marino: “Şaşırtıcı eser      veremeyen bir sanatçı, ancak ahır uşağı olabilir” diyordu. Bu sübjektivizm      ve bu acayip ilhamlardan hoşlanma, sanatçıyı Rönesans’tan, Antikite’den ve      özellikle Romalı Vitruv’un titiz kaidelerinden tamamen uzaklaştırıyordu. Bu      nedenle barok, örnekleri ve kaideleri bırakıyor, bunların yerine sanatçının      keyif ve mizacını esas alıyordu.

     Sübjektife (öznelliğe), kişinin kapris ve keyfine dönüş,      heyecanın önem kazanmasını sağlamıştır. Klasik sanat, sakin figürü amaç      edinmişti. Barok ise herşeye hükmeden bir heyecandan hareket ediyordu. Vecd      içinde kendinden geçen bir hareket, figürün takınacağı rol oluyordu. Böylece      sanatçı ortak sabit biçim yerine, keyfi hareketi gösteren bir heyecanı      formlaştırıyordu. Bu keyfi heyecan, hiç kuşkusuz zamanla gelişiyor ve      sanatçı politik, toplumsal ve dinsel gereklere uyan kişisel bir tepki      gösteriyordu.

     Gotik hareketin, Kuzey, Orta ve Batı-Avrupa halkları      tarafından yaratıldığını, İtalyanların ise Rönesans’la, Avrupa sanat ve      kültür dünyasında önder duruma geldiklerini biliyoruz. Barok hareketin      nereden, çıktığı hususu, şu ülke mizaçları ile ilişkili görülüyor : Biz,      Güney-Avrupa halklarının daha hareketli, daha jestli konuştuklarını,      duygularını daha kolay açığa vurduklarını ve Güneyli ressamların İsa’nın      çarmıha gerilişi sahnesinde ağlayan insanları daha haykırışlı ağlamalar      içinde ifade ettiklerini biliyoruz. Ayrıca opera gibi hayatı hiç olmayacak      şekilde ifade eden bir sanat tarzının İtalya’da doğduğunu ve bu sanatın      jestlerle müziği birleştirmek istediği de biliniyor. İşte Güneyin bu      tiyatroya düşkün tutumu, güzelliğe sahip figürleri resme sokma Güneylilerin      bu mizacına karşılık, Kuzey halkları duygularını Güneye nazaran daha çok      içlerine atıyorlardı.

     Barok bir anlatım, daha Rönesans’ta Michelangelo’nun hem      resimlerinde, hem heykellerinde görülmüş ve buna değinilmişti. Barok      duygunun Güneye doğru kuvvetlendiğini belirten kimi kanıtlar da yok      değildir. Örneğin Proto-Rönesans’ın Floransa’da, klasiğin Roma’da ve barokun      da daha güneyde, Napoli’de doğduğunu da saptayabiliyoruz.

     Ayrıca Bernini’nin Napoli’li olduğunu da görüyoruz. Buna      karşılık İngiltere’nin Hollanda’nın ve Kuzey-Avrupa ülkelerinin baroku      reddettiklerini ve Palladio’ nun kendilerine getirdiği sakin ve düz yüzeyli      mimariyi tercih ettiklerini saptıyoruz. Böylece Kuzeyin, klassisist bir      görüşle yetindiğini ve Güneyden ayrıldığını anlıyoruz. Hatta XIV. Louis’nin,      Louvre’a yapılacak yeni ilave için çağırdığı Bernini’nin yaptığı planı,      Parisli mimarların eleştirilerine uyarak uygulatmadığını ve Bernini’nin      planı için tiyatrovari diyen bir eleştiriye önem verdiğini anlıyoruz.      Aslında bu eleştiri gayet gerçekçi idi ve İtalyan Barokun en esaslı özelliği      idi. Güneyin tiyatrovari anlatıma verdiği önemi de açıklıyordu. Gerçekte      olmayan bir hayale, bir düşünceye bağlanma, gerçekçi bir duyguya dayanmaz.

     İşte Kuzey ile Güney bu noktalarda birbirlerinden      ayrılıyorlardı. İtalya’da gerçekten çok, bir hayalin önem kazanması ve      barokun abartmalarına önem veriş, bundan ileri geliyordu. İtalya’da bu      dönemde, birçok mimarın ayni zamanda sahne dekorcusu oluşu, (Guarini, Juvara,      Pozzo vb. gibi) ve bizzat Bernini’nin mimarlık yanında ünlü bir heykelci,      bayramlarda kent süsleyicisi, sahne ressamı ve dram yazarı olduğu ilgi      çekiyor. Barok mimarın, sonsuzluğa giden mekan tasavvurunu, ressam, tavan ve      duvarlara yaptığı göz aldatıcı resimlerle genişletiyordu.

     Böylece gerçek olmayan mekanlar, gerçekte olana ilave      ediliyor ve hayal ile gerçek birbirine karışıyordu. 1650’lere doğru, bu      zâhiri mekan kavramının, kiliselere de girdiğini görüyoruz. Böylece kilise,      saray ve, tiyatro, zâhiri görüntülerin toplandığı birer yer oluyordu. Tanrı      dünyası, dindarın gözüne bir tiyatro sahnesi gibi sunulmak olanağına      kavuşuyordu. Barok kilise de saraylardaki gibi, dev sütunlar, ağır saçaklar,      kornişler, cilalı mermerler, altın yaldızlı gırlandlar, uçuşan puttolar,      evliyalar ve melekler, boya ve yaldız karışıklığı içinde dindarın önüne      çıkarılıyordu. Figürlerin, tiyatrovari hareketlerle göğe yükselmelerinin      tasvir edildiği kubbelerin, artık mekân sınırlılığından uzaklaştıkları      görülür. Böylece kilise, barokun aydınlık saray atmosferini de benimseyince,      kilise içlerinin, dünyevi fakat hayal edilen cennete açılan birer pencere      olarak görüldükleri saptanır.

     Protestan dünyasında ise, ahlaki değerleri izleyerek,      metafizik bir dünya görüşüne de önem verildiği anlaşılıyor. Rembrandt,      herkesin kendine yakın bulduğu, sonsuz insan sevgisiyle dolu bir İsa’yı.      sefil ve perişan, fakat iç zenginliğiyle görülür hale getiriyordu.      Maniyerist dönemin Greco’su ise, esrarengiz gücü olan bir İsa’yı, majik bir      varlık olarak gösteriyordu.

     Böylece Kuzeyin genel mizacı, hayata uygun bir tipi,      tanrısal güç olarak kabul ediyordu. Hollandalı bir düşünür olan Spinoza      (1632 panteist bir düşünce ile doğayı kutsallaştırıyordu. Esasen panteist      dindarlık, Hollanda açık hava ressamlarının XVII. yy.’da buldukları yeni bir      doğa anlayışı idi. Hollandalı, dünyevi olan şeylerin sonsuzluğunu, panteist      bir görüşle keşfediyordu. Böylece doğa artistik yönden, Rembrandt, Ruisdael      ve van Goyen gibi Kuzeyli ressamlarca; dünyevi değerlerin sonsuzluğu da      bilim adamlarınca keşfediliyordu. Örneğin matematik, differantial ve      integral hesabı buluyordu. Astronomide ise, eski düşünceler iflas ediyor ve      daha XVI. yy.’da Leonardo “Dünya kâinatın merkezi değil, bir yıldızıdır”      diyordu. l543’de Kopernik (1473-1543) güneş sistemini bilimsel olarak      ispatlıyordu. Giodano Bruno (1578 evrenin sayısız dünyalardan meydana      geldiğini açıkladığından Roma’da yakılıyordu. Kilise artık kendi evren      kavramının yıkılmakla tehdit edildiğini görüyor ve bunu engizisyonla      cezalandırmak yoluna giderek önleyeceğini umuyordu.

     A.Turani, Dünya Sanat Tarihi, İş Bankası Yayınları

Mimarlıkta, mekanların      ovalleştirilmesi ve S biçimli kıvrımların kullanılması (kenarlarda içbükey,      ortada dışbükey) dışında, baroğa özgü öğeler, burma sütunlar ve görkemli      alınlıklardır. Barok alınlıklar her tür çeşitlemeyi sergiler: bu alınlıklar      merkezin de kırılmış, helezoni bir biçimde kıvrımlandırılmış kenarlarla      bezenmiş veya dikey düzleminde dışarıdan içeriye doğru eğimlendirilmiştir.

Barok heykel sanatı, dalgalı      giysi kıvrımları, gerçekçi biçim kabartıları, bronzun ve renkli mermerlerin      kullanımı ve çoğu zaman birçok malzemenin birlikte kullanılmasıyla ayırt      edilir.

İtalyan baroku. XVII.      yy’ın başlarında Avrupa’nın en iyi sanatçıları İtalya’da, özellikle de      Roma’da toplanır. Papalığın merkezi, Karşı Reform’la uyumlu bir üslubun      ayrıcalıklı doğum yeridir. Çok sayıda tarikat, birçok kilise veya manastır      inşa ettirir veya var olanları güzelleştirir, Yüksek rütbeli papazlar da      lüks evler yaptırırlar. 1568’den itibaren Vignola tarafından inşa edilen      Cizvitlerin en önemli kilisesi Gesù, halihardaki yalınlıkla bezemedeki      görkemi birleştirir.

     Bu yapı, üçgen kâh helezoni kıvrımlarla kâh sütunlarla      bezeyerek, çoğu örnekte koruyan mimarlar için çok serbest bir model işlevi      görmüştür. Cepheleri dışarıdan içeriye doğru eğimlendiren ilk mimar, Pietro      da Cortona olmuştur.

     Aynı zamanda ressam olan sanatçı, Barberini Sarayı’ndaki      «Barberini Ailesi’nin Zaferi» veya «Tanrısal İnayetin İhtişamı»nda      (1636-1639) olduğu gibi göz aldatıcı tavanların ustasıdır.

     1600-1680 arasında mimarlar, heykelciler ve ressamlar,      dini ve dindışı çok sayıda siparişi yerine getirmişlerdir.

                       

    Bunların en yenilikçilerinden biri olan Bolognalı Annibale Carracci’nin en      önemli eseri, Farnese Sarayı’nın Büyük Galerisi’nin tavan resimleridir.

           Şu sırada «doğal bir resim» arayışı içinde olan      Caravaggio, kendi ışık gölge karşıtlıklarının, İtalya sınırlarının ötesine      yayılan bir akımla (Caravaggioculuk) yeniden ele alındığına tanık olmuştur.

     Baroku iki sanatçı temsil eder ve özetler: Bernini ve      Borromini.

           Mimar, ressam ve heykelci Gian Lorenzo Bernini, 1624’ten      578’e’kadar Roma’daki San Pietro Bazilikası’nı bezemeye çalışır. Yapının      sıra sütunları, Papa VII. Urbanus ve VII. Alexander’ın mezarları, Aziz      Longinus’un anıtsal heykeli, ve Aziz Petrus’un mezarı üzerindeki baldaken,      Bernini’nin eseridir. Eserlerdeki bu dikkat çekici yoğunlaşma, Katolik      Kilise’nin, Karşı Reform’un son dönemindeki genel eğiliminin parlak bir      dışavurumudur. Bernini, Santa Maria della Vittoria’nın Comaro Kapellası      için, beyaz mermere son derece abartılı bir heykel olan «Azize Teresa’nın      Vecdi 545-1652) yapar. Aynı zamanda kusursuz bir portre sanatçısı olan      Bernini’nin çok sayıda büstü de vardır; bunların arasında, kendisini Louvre      Sarayı’nın ana cephesini gerçekleştirmek üzere (bu proje bakanların ve      sanatçıların entrikaları nedeniyle başarısılığa uğrayacaktır) 1665’te      Paris’e çağıran XIV Louis’nin büstü yer almaktadır.

     Borromini adıyla anılan Francesco Castelli, esas olarak      dini ıda, daha az önem taşıyan, ama tasarımı daha ince eserler      gerçekleştirmiştir. Sanatçı, tavan tekneli eliptik bir kubbe, sonra da      dalgalı bir cepheyle (1665) donattığı San Carlo alle Quattro Gontane (1634)      gibi kiliseleriyle baroğu her tür klasik ayak bağından kurtarmıştır. İtalyan      baroğu Roma dışında, özellikle Guarino Guarini (Carignano Sarayı, San      Lorenzo Kilisesi) ve Filippo Juvarra’nın (Madama Sarayı’nın cephesi ve      merdiveni) eserleriyle, Torino ‘da ve Longhena’nın eserleriyle (Santa Maria      della Salute Kilisesi, Rezzonico Sarayı) Venedik’te gelişmiştir.

Barokun yayılması

    Barok İtalya dışında özellikle XVII. yy’ın sonunda ve XVIII. ı gelişmiştir.      Bununla birlikte, her ülkeye özgü kronolojik ve sal göstermektedir.

İspanya ve imparatorluğu.

    İspanya’da barok, Rönesans’ın taşkın plateresk üslubunun ardından gelir ve      bu üslupla bütünleşir. Bu barok, Jose Benito Churriguera’nın San Estéban      Kilisesi’nde yaptığı burma sütunlar, sütun başlıkları ve kornişler yığını      mihrap arkalığında (1693) olduğu gibi, zaman zaman son derece aşırı      yüklüdür. Churriguera üslubu, Santiago de Compostela Katedrali’nin (1738)      cephesi bunun güzel bir örneğidir. XVIII. başına kadar mimarlığa damgasını      vuracaktır.

                 

     İspanyol egemenciğindeki Katolik Güney Flandre’da,      mimarlık cephelerinde maniyerizmin üslupsal öğelerini üst üst yığmıştır.      Resim sanatı, Avrupa’yı dolaştıktan sonra, 1615’te An erleşen Rubens’in      egemenliğindedir.

     Amerika’daki İspanyol sömürgelerinde yerlilerin bezeme      gelenekleri, başta Cizvitler olmak üzere misyoner tarikatların kıtaya      taşıdıkları mimari üsluplarla harmanlanmıştır. Böylece, altın için de yüzen      mihrap arkalıkları, XVIII. yy’ın sonuna kadar, İspanyol- Amerikan      mimarlığına egemen olacak olan Churriguera üslubunun Amerika’da aldığı biçim      olan zengin bir bitki örtüyle kaplanmıştır. Mimari yapıların üslubu,      neredeyse sert bir yalınlıktan, çok büyük bir görkeme kadar (özellikle      Meksika’da) uzanır. Meksiko Katedrali, yontularak yapılıp yaldızlanmış bitki      ve ağ kaplı yatay silmelerle bölünmüş kare kesitli görkemli sütunlarıyla (estipite’leriyle)      dikkat çekmektedir.

    Portekiz’de barok      sanatı. Portekiz,      İspanyol egemenliği sırasında (1580-1640) barok sanata büyük şaheserler      kazandırmaz. Portekiz sanatı, ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra,      duvarları kaplayan yaldızlı yaprak sarmalları talha’yla iç bezeme alanında      somutlanan bir uyanış yaşamıştır. İspanya’dakinden daha süssüz olan      kiliseler, kubbeli alçak kuleler, kapı ve pencere gibi (açıklıkları)      belirgin düzenli çevre süsleriyle belirlenir. Kiliseleri, saraylar ve daha      gösterişsiz evler, azukjo denilen mavi ve beyaz renkli çinilerle kaplanır.      Portekiz, barok üslubunu, Macao’daki Sao Paulo Cizvit Kilisesi’nin çarpıcı      cephesinin de kanıtladığı gibi, Asya’ya kadar bütün sömürgelerine yaymıştır.         Avrupa’daki Alman      toprakları. Barok,      Almanya ve Avusturya’ya geç bir tarihte girmiş olmasına karşın, Johann      Balthasar Neumann’ın Bavyera’da; Bamberg yakınlarında inşa ettiği On Dört      Aziz Kilisesi (1743-1772) gibi kiliselerde en parıltılı ifadesini bulmuştur.      Viyana’da Johann Bernhard Fischer von Erlach anıtsal Sankt Karl-Borromâus      Kilisesi’ni ve İmparatorluk Kütüphanesi’ni (bugün Ulusal Kütüphane)      (1716-1722) inşa ederken, Johann Lucas von Hildebrandt cephesi heykellerle      kaplı, daireleri ise freskler ve yalancı mermerlerle bezeli büyük Belvedere      Sarayı’nı (172 1- 1724) yapmıştır. Avusturya’daki Melk’te Jakob Prandtauer,      kütüphanesinin tavanlarında Paul Troger’in gerçekleştirmiş olduğu göz      aldatımları olan ünlü manastırın (1702-1736) yapımına girişir.     Hildebrandt, Neumar Fransız Robert de Cotte ve      Boffrand’ın yanı sıra, merdiveni ve imparator salonunu bezemek için      Venedik’ten gelen Tiepolo ile gerçekleştirilen işbirliğinin ürünü olan,      Bavyera’daki Würzburg Sarayı’nın da kanıtladığı gibi, Alman baroku son      derece eklektiktir.

     Heykel sanatını, Dresden ve Viyana’da rokoko eğilimlerin      habercisi eserler veren Balthasar Permoser, Viyana çeşmelerinde uzmanlaşmış      Georg Raphael Donner ve Bernini’nin üslubunu sürdüren Matthias Rauchmiller      temsil etmektedir. Aralarında Anton Feuchtmayer’in de bulunduğu çok sayıda      heykelci, rokoko üslubunun belirmesiyle giderek daha fazla kullanılacak olan      yalancı mermerden (sönmüş kireç, alçı, tutkal ve mermer tozu karışımı)      bezemeler gerçekleştirmiştir.

Fransa XVII.      yy Fransa’sı klasik ölçülülüğün çekiciliğine daha erken kapılmış olmasına      karşın, baroğa tümden kapalı değildir. Peder Martellange Cizvit üslubunun      yayılmasına katkıda bulunmuştur. Bezeme öğelerinin üst üste yığılmasıyla      belirlenen XIII. Louis üslubu, İtalyan ve Flaman zevklerini harmanlar. IV.      Henri’nin dul eşi Marie Medici, Rubens’e alegorik tablolar ve portreler      ısmarlarken, XIII. Louis başressamlık görevini, uzun süre Roma’da kaldıktan      sonra Caravaggioculuk’tan derin bir biçimde etkilenen, Le Brun ve Le      Sueur’ün sık sık gelip gittikleri bir atölye kurmuş olan Simon Vouet’ye      verir. Le Brun ve Le Sueur, XIV Louis’nin hükümdarlığı sırasında Versailles      Sarayı’nı bezeme çalışmalarına (1669-1703) katılırlar; sarayın, kraliyet      iktidarının gör kemini ve parlaklığını yansıtma kaygısı taşıyan görkemli      klasikçiliği, barok etkilerden arınmış değildir. İtalyan Pietre da      Cortona’nın öğrencisi olan Pierre Puget, Versailles Parkı için dokunaklı bir      gerilimin hareketlendirdiği “Kroton ki Mijon” ve “Perseus ve Andromeda” gibi      heykel grupları gerçekleştirmiştir.

    Taşrada bölgesel sanatçılar, kiliseleri sütunlar ve aziz heykelleriyle bol      bol, kimi kez safça bezenmiş mihrap arkalıklarıyla süslemişlerdir.

İngiltere. Bu      protestan ve Püriten ülke, baroğun istilasına belki de en fazla direnen ülke      olmasına rağmen, gene de bu üsluptan birkaç esere kapılarını açmıştır:      mimarisi klasik bir sanatçı olan Inigo Jones’a bırakılan Whitehall      Sarayı’nın Şölen Evi’nin tavanları, Rubens’e ısmarlanmıştır. 1666 Londra      yangınından sonra Sir Christoper Wren son derece yenilikçi planları ve      Borromini’nin üslubunu çağrıştıran çan kuleli 51 kiliseyi yeniden inşa etmiş      ve 1675-1710 arasında, genel hatları ve iç mekanı daha ölçülü bir biçimde      Roma kiliselerini anımsatan yeni Saint-Paul Katedrali’ni gerçekleştirmiştir.





   Kuzey ve Doğu Avrupa’da barok. Barok,      Protestan Hollanda’da resimden çok heykel sanatını ilgilendirir. Bununla      birlikte Rembrandt’ın sanatında barok etkiler saptanabilir («Gece      Devriyesi», 1672).

     Barok, Doğu Avrupa’da da yayılmıştır: Macaristan’da      Budapeşte zengin sahları olan kiliselerle donatılmış, Esterh ise Fertöd’de      kendilerine bir saray yaptırmışlardır. Bohemya’da Kilian Ignaz Dientzenhofer      1732-1735 arasında Prag’da Cizvitlerin St. Nicolaus Kilisesi’ni inşa      etmiştir. Polonya’da, özellikle Krakow’da alınlıklı ve sütunlu birçok kilise      yapılmıştır. Ortodoks Rusya’da bazı kiliselerin «Narişkin» baroğu, tam      anlamıyla barok bezeme öğelerini Rus öğelerle bütünleştirirken, İtalyan      Bartolomeo Francesco Rastrelli’nin gerçekleştirdiği Tsarskoye Selo (bugün      Puşkin) Yazlık Saray’ı ve Sen-Petersburg’daki Kışlık Sarayı’ daha da Batı      esinli yapılardır.





Barock Mimarisininden örnekler:[/b]

 


















Linkback: Avrupa'da Barok Sanatı
  • Gösterim 2,441 
  • Herşey Genel Paylaşım
  • 0 Yanıtlar


Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor Üye ol Veya Giriş Yap


Paylaş whatsappPaylaş facebookPaylaş linkedinPaylaş twitterPaylaş myspacePaylaş redditPaylaş diggPaylaş stumblePaylaş technoratiPaylaş delicious

Benzer Konular (3)

Yanıtlar: 0
Gösterim: 2043

Yanıtlar: 0
Gösterim: 1969

Yanıtlar: 0
Gösterim: 2794


İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Replikacep.com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Replikacep.com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz